1 Nisan 2008 Salı

:: Dünü Öğren,Bugünü Gör ::


İç piyasada büyük bir daralma var.
İşsiz sayısına 90 bin kişi daha eklendi. Enflasyon eski günlere dönüş sinyali veriyor.
Ve en önemlisi, dünya ekonomisinde büyük dalgalanmalar yaşanıyor.
Küresel kriz, Türkiye gibi cari açığı büyük ülkelerde nelere yol açar?
Cumhuriyet tarihinin en büyük mali krizi kapıda mı?

Ben size dünü yazayım; bugüne benziyor mu siz karar verin.

TARİH 6 Ekim 1875. Yer: İstanbul.
Sadrazam Mahmud Nedim Paşa, daha iki gün önce, "Osmanlı Devleti, faizleri yarıya mı indiriyor" sorusunu yönelten Reuters muhabirine, oruçlu ağzıyla yalan söylemek zorunda kaldı: "Bunların hepsi dedikodu!"

Bu demeç üzerine başta Londra ve Paris borsası olmak üzere Avrupa borsaları rahatladı.
Oysa, Sadrazam Mahmud Nedim Paşa o demeci verdiği dakikalarda, Osmanlı tarihinin en önemli iktisadi kararının alınacağı bir toplantıya katıldı.
Sadrazam Mahmud Nedim Paşa başkanlığındaki bu gizli toplantıya;
Adliye Nazırı Midhat Paşa, Bahriye Nazırı Hasan Rıza Paşa, Hariciye Nazırı Esat Saffed Paşa, Maarif Nazırı Ahmed Cevdet Paşa, Maliye Nazırı Yusuf Ziya Paşa, Ticaret Nazırı Mehmed Kabuli Paşa ve Şeyhülislam Hasan Fehmi Efendi gibi Osmanlı yönetiminin önemli isimleri katıldı.

Bu herkesten gizli yapılan toplantının gündeminde Osmanlı’nın borçlar sorunu vardı. Osmanlı, son yıllarda aldığı borcu ancak borçla ödüyordu. Dış borcu 4 milyon 811 bin Frank idi. Osmanlı Bankası ve Galata bankerlerine olan borcu ise 190 milyon franktı.Devlet hazinesi tamtakırdı.

Moratoryum kaçınılmazdı. Yani hazine, dış borçlarını, anapara ve faizlerini ödeyemeyecek durumdaydı.
Mahmud Nedim Paşa’nın konağında sabaha kadar süren tartışmalardan sonra karar alındı:Ana borç ve faizinin ancak yarısı ödenecekti. Yarısı için ise beş yıllık ve yüzde 5 faizli tahvil verilecekti. Paniği önleyebilmek için garanti olarak tütün, tuz, gümrük vergileri ve mısır gelirinden oluşan bir fon yaratılacaktı. Gerekirse ağnam (hayvan) vergisi de fonda kullanılacaktı."İzahname"yi Maarif Nazırı Ahmed Cevdet Paşa el yazıyla kaleme aldı. Osmanlı tarihinin en önemli iktisadi kararının dışarıya/borsaya sızmaması gerekiyordu. Toplantıya katılanlar Kuran’ı Kerim üzerine el basıp yemin ettiler.

PEKİ, NE OLMUŞTU?

Gelin biraz başa dönelim:Tanzimat süreciyle birlikte İngiltere ve Fransa ile ticaret anlaşmaları imzalandı. Osmanlı’nın "devletçi ekonomisi" rafa kalktı.

Yabancı sermayenin önündeki tüm engeller kaldırıldı.
İthal gümrükler yüzde 12’den yüzde 3’e düşürüldü. Bu durum Osmanlı ekonomisinde kısmi bir canlanma yarattı; ihracat ve ithalat arttı. Osmanlı ucuz ithal mallar cenneti yapıldı!

Ancak...Yüzyılın ortasında İstanbul ve diğer Osmanlı limanlarında ödeme güçlükleri yaşandı. Osmanlı, finans ihtiyacını İstanbul’daki bankerlerden karşılamaya başladı. Fakat zamanla bu banker ve sarrafların ekonomik gücü, hükümeti ve ekonomiyi finanse edemez duruma geldi.
Aynı dönemde Avrupa’da sanayi devriminin ikinci aşaması, finans kapitalin doğduğu süreç başladı. Halkın elinde finans-tasarruf fazlası vardı. Ve halkın parasını değerlendirecek aracı finans kurumları ortaya çıktı.
Avrupalı aracı kurumların koşar adım geldikleri ülkelerin başında Osmanlı vardı.Çünkü...Osmanlı hazinesi kısa vadeli borçlanmaya bile yüzde 22-24 gibi faizler veriyordu.

Zenginleşmeye başlayan Avrupa orta sınıfı, tasarrufları için kendi ülkelerindeki yüzde 3-4 gibi düşük faiz gelirleri yerine, kuşkusuz Osmanlı piyasasını tercih etti. Osmanlı káğıtlarının cazibesi o kadar arttı ki, Osmanlı banker ve sarrafları 1873 yılında resmi olarak Dersaadet Tahvilat Borsası’nı kurdu
Borsa oyunlarıyla kolay para kazanma yollarının açılması üzerine yabancı borsalarda tutunamayan birçok yabancı banker, simsar, kumarbaz, Galata borsasına akın etti. Müzayede salonu ve kulislerinde, beyaz kolalı gömlek giymiş birkaç yabancı dil konuşan simsarlar vardı artık.
Kolay yoldan para kazanma hırsına yenik düşen Osmanlı bürokratları, münevverleri ve esnafı bile borsada oynamaya başladı.
İstanbul’da sırf borsayla ilgili haberler veren gazeteler türedi: "La Turquie", "Phare du Bosphore", "Moniteur Otoman", "Revue de Constantinople."
Osmanlı gazetelerinde bile borsayla ilgili sayfalar, envanterler yayınlanmaya başladı. Borsa haberleri artık birinci sayfalardaydı.Bu arada...Osmanlı hiç ödemeyecekmiş gibi hep borçlandı. Sadrazam Mahmud Nedim Paşa, sürekli "Ekonomi çok iyi" diyordu ve sadrazam basın tarafından el üstünde tutuluyordu.

GELEN PARALARA NE YAPILDI?

Peki; dışarıdan gelen paralar nereye gitti?Yeni demiryolları inşaatı başladı; denizaltılar alındı, ordunun ihtiyaçları giderildi. Ekonomideki yapısal dönüşüm, kültürel değişime de neden oldu. Yeni bir yaşam tarzı doğdu. Boğazda yalı yaptırmak moda oldu. Yeni konutlar yaptırıldı sürekli."Araba Sevdası" başladı.
Avrupalı gibi giyinmek, onlar gibi konuşmak özenilir hale geldi.
Gece hayatı renklendi. Yeni hayat biçiminin oluşturulmasında, borsaya gelen Avrupalılar başaktör oldu.Ama...
Bolluk yılları çabuk tükendi. Dış ticaret açığı büyüdü.
Sterlinin değeri çok arttı. İthal mallar pahalandı. Artık alışveriş yapılacak yerli küçük işletmeler de yoktu; çünkü on binlercesi ithal rekabete dayanamayıp iflas etmişti.

Osmanlı üretmeden tüketmenin cezasını çekiyordu.Osmanlı Devleti’nin yayınladığı "irade-i seniye" ile borçlarını erteleme kararı Avrupa’yı sarstı.
Bu duruma "mali barbarlık" adını verdiler. Öyle ya, onlara göre Türkler barbar değil miydi? Krizin adı da böyle olacaktı!
Diyorlardı ki: "İspanya ve İtalya gibi karşılıklı görüşmelerle faizleri üçte bir oranında indirebilirdiniz. Oysa siz tahvil sahiplerine haber bile vermediniz."

Yine de, Times (8 Ekim) ve Economist (9 Ekim), Avrupa piyasalarındaki paniği giderici haberler yapmaya çalıştı. Çünkü panik, Avrupa piyasasını da derinden sarsabilirdi.
Ne var ki endişeler giderilemedi. Osmanlı tahvilleri yüzde 40 değer kaybetti.
Birçok Avrupalı küçük işletme battı. Ve Avrupa basını, sorunun nedenini buldu!
Osmanlı maliyesi konusunda köklü bir reform şarttı. Ayrıca bir de anayasa gerekiyordu.Sultan Abdülaziz’in tahtan indirilmesi konuşulmaya başlandı.
Ama bunun için kamuoyunun hazırlanması gerekiyordu.

AVRUPA HİÇ UNUTMADI

Düğmeye basıldı.
Fransız L’Economiste Dergisi, 16 Ekimli başyazısında Sultan Abdülaziz’in saray harcamalarını konu etti. Benzer yayınları Times gibi diğer yayın organları da sürdürdü.
Kuşkusuz, sarayın harcamaları abartılıydı ama tüm paranın bu tür harcamalara gittiğini yazmanın başka nedeni vardı: Mason Şehzade Murad padişahlığa hazırlatılıyordu.
İlk eylemi medrese öğrencileri yaptı.
Görünür neden; ulemanın emekliliği için gerekli sürenin 20 yıla çıkarılmasıydı!
5 bin medrese öğrencisi sokaklara çıktı.Bu öğrencilerin arkasında İngilizlerin olduğu artık bilinen tarihsel bir gerçek.
Ruslar Şehzade Murad’ı kaçırma planları yaptı. Sultan Abdülaziz’i ve Sadrazam Mahmud Nedim Paşa’yı destekliyorlardı! Rakipleri İngilizlerdi.Bir parantez açayım: Osmanlı’da artık o dönemde "yeni tip" devlet adamlığı makbuldü.
Eskiden nüfuzlu paşaların koltuğunun altına girerek makam sahibi olunurken, Sadrazam Mustafa Reşid Paşa döneminde yabancı devletlerin himayesine girerek koltuk kapma süreci başlamıştı. Artık paranın büyük güç olduğu, iktidarı ele geçirmek ya da elde tutmak için paradan başka hiçbir gücün işe yaramadığı ortaya çıkmıştı!
Bu nedenle...Mustafa Reşid Paşa İngilizciydi. "Öğrencisi" sadrazamlar; Fuad Paşa ile Ali Paşa Fransızlara yakındı. 1870 yılında Alman orduları, Fransızları büyük bir bozguna uğratıp III. Napolyon’u esir alınca Fransa, Avrupa ve dolayısıyla Osmanlı diplomasisindeki ayrıcalıklı yerini kaybetti.
İşte bu yeri şimdi Rus yanlısı bir sadrazam, Mahmud Nedim Paşa dolduracaktı.
Ayrıca...Sadrazamlığa Rusya yanlısı birinin getirilme nedeni, Balkanlar’daki Ortodoks Sırp ve Bulgar ayaklanmalarıydı.
Osmanlı yönetimi, Rus yanlısı bir sadrazam ile Balkan sorununu gidereceğini sanıyordu.
Ayrıca...Mahmud Nedim Paşa’nın bir özelliği daha vardı:Borsadan çok iyi anlıyordu!
Para ve borsa işlerinden anlayan ve hatta bunları ciddiye alan ilk Osmanlı sadrazamı idi.Mahmud Nedim Paşa’nın her iki konuda da bir "danışmanı" vardı:İstanbul’daki Rusya Büyükelçisi Kont Nikola İgnatiyef. Bu yakınlık sonucu sadrazama "Nedimof" denmeye başlanmıştı.

VE ASKERİ DARBE

Osmanlı’nın moratoryum ilan ederek Avrupa’nın rantlarını ödememesinin bir büyük faturası da, Balkan sorununda yaşandı. Bulgarların, Sırpların, Yunanların Türklere yönelik katliamları Avrupa’da kayıtsızlıkla karşılandı.Çünkü onlara göre, "tahvillerin kısmen ödemelerinin durdurulması, bir milletin işleyebileceği her türlü cürümden daha büyük"tü!Osmanlı sadece dış sorunlarda değil iç piyasada da büyük daralmalar yaşadı.Son üç yıldır Anadolu’ya doğru dürüst kar ve yağmur yağmamasının sonucu büyük kuraklık oldu.
Kuraklık kolerayı da beraberinde getirdi. İnsanlar sokaklarda açlıktan öldü.
Vakanüvis Ahmed Lütfi Efendi, o dönemi şöyle yazdı:"İstanbul’da parasızlık o kadar, o dereceye varmıştı ki, zenginler ve fakirler günlük zorunlu ihtiyaçlarını bile karşılayamadı.
Hazine, memurlarına bile sekiz ay maaş veremedi."Sonunda ne olduğunu tahmin etmişsinizdir:Okul Komutanı Süleyman Paşa, Harbiyeli öğrencileriyle harekete geçti.
İstanbul Komutanı Refik Paşa da Taşkışla ve Gümüşsuyu barakalarındaki askerleri alarak Dolmabahçe Sarayı’nı kuşattı.
Sultan Abdülaziz, askeri bir darbeyle koltuğundan indirildi.
Tarih 30 Mayıs 1876 idi.

Ekonomik kararların alınmasının üzerinden daha 7 ay geçmişti.
Devalüasyon kararı alan düşürülüyor

7 Eylül 1946, Başbakan Recep Peker, devalüasyon oranı yüzde 53; başbakan düşürüldü.

4 Ağustos 1958, Başbakan Adnan Menderes, devalüasyon yüzde 60; başbakan düşürüldü.

10 Ağustos 1970, Başbakan Süleyman Demirel, devalüasyon oranı yüzde 40; düşürüldü.

24 Ocak 1980, Başbakan Süleyman Demirel, devalüasyon oranı yüzde 35; düşürüldü.

5 Nisan 1994, Başbakan Tansu Çiller, devalüasyon oranı yüzde 50; düşürüldü.

19 Şubat 2001, Başbakan Bülent Ecevit, devalüasyon oranı yüzde 50; düşürüldü.İlginçtir...

Adnan Menderes’i 27 Mayıs 1960 askeri hareketi;
Süleyman Demirel’i 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbeleri;
Tansu Çiller’i 28 Şubat 1997 "postmodern" askeri hareketi yıkmıştır.

Yani; bizim tarihimizde ağır ekonomik kararları alan hükümetlerin başına gelenlerle Sultan Abdülaziz’in başına gelenler benzerdi.


Boyut Haber sitesinden Soner Yalçının yazısıdır... >> Alıntıdır <<

28 Mart 2008 Cuma

Güneydoğu yeniden PKK’ya mı dönüyor?


Ankara kendi derdindeydi; nevruzla ilgilenemedi. Oysa bu 21 Mart önemliydi.Kara harekâtından sonraki ilk nevruz, PKK’ya verdirilen tahribatın ve bölgenin operasyon sonrası tansiyonunun ölçülmesi açısından da merakla bekleniyordu.Bölge valilerinin çoğunun hassasiyetle davranmasına karşın Van, Siirt, Hakkâri üçgenindeki yetkililerin yasakçı tavrı ve polisin orantısız güç kullanımıyla olaylar yaşandı. Bir ölü, çok sayıda yaralı var.
* * *
Ancak nevruzun asıl siyasi sonucu, Abdullah Öcalan isminin belki önceki yıllardan da fazla ön plana çıkması oldu.Ankara protokolü Milli Kütüphane bahçesinde nevruz ateşi üstünden atlayadursun Diyarbakır’da Öcalan resimleri taşındı, “Biji Serok Apo” sloganları atıldı.Bunlar daha önceki yıllarda da olurdu; ama bu kez alanda Öcalan’a ait bir ses kaydı da dinletildi.Leyla Zana, “İnanıyorum ki 2010’da o da aramızda olacak” dedi.İmralı’da koşulların düzeltilmesi için yapılan oturma eyleminde de Öcalan’ın avukatlarına verdiği notlardan mesajı okundu. Bu mesajda Öcalan Ankara’ya “Beni muhatap alın” çağrısı yaptı.Nevruz, PKK’nın bölgedeki etkisinin azalmayıp tersine arttığı izlenimini doğurdu.
* * *
“Yıkılmadık ayaktayız. Adres biziz” mesajlı bu gövde gösterisinin Ankara’da tüyleri diken diken ettiğini tahmin etmek zor değil. Ancak bu gelişmeden hoşlanmamak ayrı, gelişmenin farkına varmak ayrıdır.Türkiye, askeri alanda önemli bir hamle yaptı. Bunu diplomatik alanda da destekleyerek Batı’nın desteğini sağladı.Lakin askeriye ve diplomasinin hamlelerinin siyasi alanda beklenen sonucu yaratmadığını, hatta tersine, örgüte mevzi kazandırdığını görüyoruz.Neden?Siyaset boşluk kaldırmaz da ondan...
* * *
Güneydoğu, 22 Temmuz seçimlerinde feodal bağları, PKK baskısını, geleneksel oy kalıplarını kırarak oyunu, barış ve çözüm isteyen iki parti arasında üleştirdi.Bölgedeki yaklaşık 5 milyon seçmenin 3 milyona yakını AKP’nin, 1 milyona yakını da DTP’nin adaylarına oy verdi.Şimdi bu iki parti de kapatılma davalarıyla yüz yüze...Davaların haklılığını haksızlığını ya da bu partilerin politikasını bir yana bırakın ve şunu düşünün:Siz bölgenin seçmeni olsaydınız ve oy verdiğiniz iki partiyi de kapatıyor olsalardı ne hissederdiniz?Seçimin sadece bir göz boyama olduğunu düşünüp Meclis’ten umudu kesmez miydiniz?Meşru zeminde çözüme, parlamentoda temsile sırtınızı dönüp yüzünüzü yeniden dağa, kıra, adaya çevirmez miydiniz?Hakkı yenmişlik ve adamdan sayılmama duygularıyla hepten bilenip daha radikal hale gelmez miydiniz?
* * *
Yaşanan biraz da budur.Meşru kanallar tıkanınca siyaset nehri yatağından taşmış, yeniden illegal alanlara doğru akmıştır.Bu hava, bir süre öncesine kadar “Artık ben karışmıyorum. İstesem de buradan yapabileceğim bir şey yok” mesajı yollayan Öcalan’a yeniden alanlara “ses”lenme ve rol üstlenme şansı kazandırmıştır.Bunu, meşru siyaset içinde seçenek üretemeyen sistemin bir ikramı kabul etmek gerekir.Devlet, Öcalan’ı muhatap almamakta kararlı.Bölgenin oy verdiği partileri de “zararlı” bulup kapatıyor.Peki nasıl bir çözüm düşünüyor?
"Can Dündar 25.03.2008 Milliyet Gazetesi Alıntısıdır"

8 Ekim 2007 Pazartesi

Yeter Artık

Hepimiz Müslümanız!!!!!Her ay güzel ülkem Türkiyenin bir dine mensup oldugunu farkediyorum.Bu ülkede yaşayan azınlıklar neden cogunluğun hislerine ve duygularına saygı göstermiyorlar.
Bu yaşanan katliamlar sonucu cıkan olayların kimler tarafından yapıldıgını Türk gencliğinin bilmediğini anlamadığını mı sanıyorlar.2 ayda bir dinini,kulturunu değiştiren bir toplum nerede gorunmus.1 ay sonra musevi birisi Türkiye uzerine oynanan oyunlar sonucu bir katliama gitse emin olun dun ermeni,bugun hristiyan olan yarın yahudi olur.ama onlara baktıgınızda laiklik elden gidiyor diye müslümanlıgı asla kabul etmezler ve bir yerlerden bir yerlere surekli yururler.Artık bir yerde durma ve birlik olma zamanı..
Bizim köklerimiz birlik beraberlik kardesce yaşamayı getiryor zaten.inanmayan istanbulun ilk yerleşik duzenin oldugu sur içine bir girsin ve sagına soluna iyice bir baksın.kilise ile cami karşılıklı duruyor.yuzyıllardır hemde.....
sizler kimleri nasıl kandırabileceginizin farkında bile degilsiniz...
Saygılarımla..